Sinop Tarihi: Bizans dönemi
İmparator I. Theodosius[1] döneminde Roma İmparatorluğu, doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmış, Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) bir parçası olan Sinop, Armeniakon ve Pontus themalarında dinsel olarak da Hellespontos Metropolitliği’ne bağlı bir liman kenti olarak önemini korumuştur.
Sinop piskoposları 451’de Khalkidonas 4. Ekümenik Konsili ile 681 Konstantinopolis ve 787’de Nikea Konsillerindeki yerlerini korumuşsa da 1315’de kentin siyasi yapısında yaşanan değişime paralel olarak görevden alınmışlardır. İkonoklasm döneminde Sinop’un tahrip edilen dini ve sivil yapılarından birisi olan MS 660 tarihinde inşa edilmiş Balatlar Kilisesi’nin kalıntılarına günümüzde bile rastlanılmaktadır. Balıkçılık özellikle ton, tekir, hamsi ve palamut[2] avı kentin en önemli sektörü olup, tuzlanan balıklar uzak kentlere ihraç edilmekteydi[3]. Batı ve Kuzey Karadeniz kentlerinde rastlanılan amforalardan zeytinyağı üretimi[4] ve ihracatının yapıldığını[5] ayrıca mimari, resim ve tıp alanında kullanılan “kırmızı” Sinop boyası[6] ve kereste[7] de önemli ihracat maddeleriydi.
I. Justinianus (669-711) döneminde Sinop önemli bir kommerkiarios (ticaret bürosu) olmasının yanı sıra Kherson limanı ve düşman faaliyetleri hakkında bilgi toplamak amacıyla da kullanmıştır. Pliny’nin notlarında Trajan döneminde kentte St. Phokas’ın şehit edilmesine karşı Hristiyanların varlığından bahsedilmemesi Sinop’un İsa’nın havarilerinden St. Andrew tarafından Hristiyanlaştırılmadan önce kentte kayda değer miktarda Hristiyan bulunmadığını düşündürmektedir. MS 741-75 yılları arasında gerçekleşen ikon düşmanlığı (ikonoklasm) döneminde bu havarinin kentteki heykeli de yıkılmıştır[8]. Bununla birlikte kent halkının özellikle denizci ve tüccarların koruyucu azizi hep St. Phokas olmuş[9], Phokas kültü tüm Karadeniz bölgesine yayılmış ve özellikle Sinoplularca her yıl onuruna düzenlenen bir panayırla kutlanılır olmuştur[10]. Armeniak Theması’nın kalelerinden birisi olan Sinop’ta MS 793’de çıkan bir isyan ise ancak kent piskoposu Gregory’nin idamıyla bastırılabilmiştir.
MS 711 yılında Emevi komutanlarından Ömer bin Abdülaziz Sinop’u kuşattıysa da kenti ele geçirememiştir[11]. MS 834’de 7. Abbâsî Halifesi El-Mamun’un komutanlarından Kürt kabile şefi Nasır, 7-30 bin kadar askeriyle Sinop’u kuşatmış hatta kendini burada kral ilan etmişse de İslam’a ihanet ederek Hristiyan olmuş, Theophobos adıyla Bizans imparatoru Theophilos’un gözde generallerinden birisi haline dönüşmüşse de Sinop ve civarına düzenlenen Arap akınlarının devamı gelmiş[12] 858’de Araplar tekrar Sinop önlerinde görülmüştür.
1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu Türkmenlere açılınca Süleyman Şah’ın komutanlarından Karatekin 1081’de Sinop’u ele geçirip, burada kısa ömürlü de olsa beyliğini ilan etmiştir. 1086’da Sinop üzerine Konstantin Dalassenos komutasında gönderilen Bizans donanması daha Sinop’a varmadan İzmir Beyi Çaka’nın saldırılarına karşı koymak için geri dönmek zorunda kalınca Karatekin egemenliğini pekiştirmiştir. Aynı yıl I. Alexius Normanları yenince Selçuklu Sultanı Melikşah Bizans’a Çavuş[13] adlı bir barış elçisi göndermiştir. Çavuş’un elinde komutanlarının ele geçirdiği kentlerden feragat etmelerini içeren bir mektup bulunmakta, Selçuk Sultanı barış karşılığında evlilikle güçlendirilmiş bir ittifak arzu etmektedir. Alexius, mektubu kaygıyla okurken Gürcü ana ile Türk babadan doğma Çavuş’un yeteneklerinden de etkilenmiş dahası onu taraf değiştirmeye de ikna etmiştir. Çavuş elindeki mektubu Sinop’un Türk komutanına getirerek kenti Bizanslılar’a teslim etmesini bildirerek, Konstantinopolis’e geri dönmüş, burada vaftiz olmuş ve Bizans–Türkmen sınırında yer alan Ankhialos’a dük olarak atanmıştır[14]. Karatekin kentten hemen ayrılmadıysa da Melikşah’ın Emirbozan komutasında Anadolu’ya gönderdiği ordunun varlığını duyunca Sinop ve Kastamonu’yu boşaltarak çekilmiştir.
1092 yılında Anadolu Selçukluları’nın I. Kılıç Arslan yönetiminde Bizans kentlerini yağmalamaları ve hâkimiyet alanlarını genişletme girişimleri üzerine İmparator I. Aleksios Komnenos Papa II. Urban’a mektup yazarak bir Haçlı Seferi düzenlemesini istemiştir. I. Haçlı Seferi 1095-99 yılları arasında düzenlenmiş, İznik’i ele geçiren Haçlı ordusu Selçuklular’ı Konya’ya çekilmeye zorlamış, 1098’de 120 bin kadar Frank Yahudi ve Müslümanların birlikte savunduğu Kudüs’ü kuşatırken, Kilikya ile Lübnan arasında Kudüs Krallığı, Edessa Kontluğu, Antep Prensliği, Trablus Kontluğu gibi küçük Haçlı devletleri kurulmuştur.
Danişmendli Emir Gazi, Antakyalı I. Bohemond (1058-1111) ile Salernolu Richard’ın (1045-1114) liderliğindeki bir grup Haçlıyı Malatya önlerinde gerçekleşen Melitene Savaşı’nda yenmiş, Danişmendli Gümüştekin’e esir düşen Hristiyan soylular Neocaesarea’de hapsedilmiştir. Mahkûmları kurtarmaya gelen kuvvetler de Amasya-Kastamonu arasında yol boyunca Danişmendliler’in yıpratma saldırılarına maruz kaldıktan sonra Sinope’ye kaçarken Bafra yakınlarında yok edilmişlerdir. Kıyımdan kurtulmayı başarabilen ve aralarında Blois kontu II. Stephen Henry’nin[15] de (1045-1102) bulunduğu bir grup Sinop’a kaçarak buradan temin ettiği gemilerle İstanbul’a dönmeyi başarmıştır.
Bu zaferden sonra Anadolu’da Danişmendliler ile Selçuklular arasında çekişmesi başlamışsa da II. Kılıç Arslan 1178’de Malatya’ya girerek Danişmendli Beyliği’ni yıkmayı başarmıştır. IV. Haçlı seferi sırasında Haçlı ordusunun İstanbul’u ele geçirerek 1204 yılında bir Latin imparatorluğu kurması üzerine, Komnenos hanedanından David ile kardeşi Aleksios Gürcü kraliçesi Tamara’nın desteğiyle Trabzon’u ele geçirerek, Bizans imparatorunun damadı Theodor Laskaris ise İznik’e kaçarak Roma İmparatorluğu’nun varisi olduklarını ilan ettikleri birer devlet kurmuştur. David Komnenos aynı yıl Trabzon’dan batıya doğru ilerleyerek Sinop ve Karadeniz Ereğlisi’nin ele geçirmiş daha batıya gitmek istemişse de Laskaris ile çatışmaya girince durmak zorunda kalmıştır. Mısır, Suriye Sivas ve Kayseri üzerinden gelen kervanların Kırım ve İstanbul’a gönderildiği stratejik limanlar olan Sinop ve Samsun’un Trabzon İmparatorluğu’nun eline geçmesini tehlikeli bulan Selçuklular ve Latinler daha zayıf olan Laskaris’e destek vererek 1206 yılında Komnenosların geri çekilmesini sağlamışlardır. Sinop bu tarihten sonra yerel yöneticiler tarafından yönetilen serbest kent olmasına karşın Komnenoslar ile Selçuklular’ın elde etmek istedikleri hayati bir liman olma özelliğini korumuştur[16]. Ticaret yollarının güvenliğini sağlamak isteyen Selçuklular önce Karadeniz kıyısındaki Samsun’u ardından Akdeniz kıyısındaki Antalya’yı ele geçirmiştir. Keyhüsrev’in 1211’de Alaşehir Savaşı’nda şehit olmasının ardından oğlu I. İzzeddin Keykavus Sinop’u kuşatmış, Sinop üzerine yürüyen David Komnenos’u esir etmiş[17], Behram adlı bir komutan 1000 kişilik bir kuvvetle kentin deniz ile ilişkisini keserken, limandaki gemiler yakılmış, sonunda 2 Kasım 1214 günü Sinop kenti Selçuklu hâkimiyetine geçmiştir.[18] Arap ve Rum kaynakları kentin yeni hâkimlerinin savunmayı güçlendirmek için 1215 yılında Sinop’a yeni bir kale yaptırdığını kaydetmiş, yakın zamanda kaledeki Arapça ve Yunanca kitabeleri inceleyen Bryer ve Winfield’de bu kaydı doğrulamışlardır[19].
Selçuklular, Hristiyanlarla ticarî ilişkilerin bozulmasını istemediklerinden Sinop’a Hetum Reis adında bir Ermeniyi vali olarak tayin ederken, Anadolu’nun farklı bölgelerinden pek çok tüccarı da buraya yerleştirmesini sağlamışlardır. Hetum Reis döneminde harap surlar onarılırken tarihi limanın yanına bir tersane kurularak Karadeniz’de seyreden ticari gemilerin de güvenliğini sağlamak için bir donanma oluşturulmaya çalışılmış, Selçuklu hükümdarı deniz üssü olarak kullanacağı Sinop’a “Emîrü’s sevâhil” veya “Reisü’l-bahir” adı verilen bir amiral atamıştır. Kent kiliseler camiye çevrilerek Türkleştirilirken, I. Aleksios Komnenos’un Sinop’un doğusunda “Canik”[20] adı verilen bölgedeki hâkimiyeti de 12 bin altın, 500 at, 2 bin sığır ve 50 balya mal karşılığında tanınmıştır[21].
Türklerin Sinop’u ele geçirerek araya girmesiyle Trabzon Komnenoslar’ın varlığı, Nikea ve Konstantinopolis için siyasi tehdit olmaktan çıkmıştır[22]. Bir süre sonra Moğollar, İran, Azerbaycan ve Kafkasya’dan sonra Güney Rusya’ya da yayılarak Kırım’a saldırmış, kuzeydeki Kürk Yolu ile güneyden gelen Mısır-Suriye ticaret yolunun kesişme noktasını teşkil eden Suğdak’i işgal edip, yağmalamış, bu kentin Selçuklular ile ticaret yapan tüccarları da Anadolu’ya geçerek Selçuklular’a sığınmışlardır. Alâeddin Keykubad, Moğolların çekilmesinden sonra Kastamonu uçbeyi Hüsamettin Çoban’ı bir ordunun başında Trabzon Devleti’ne bağımlı olan Kırım’a göndermiş[23] o da 1224 yılında Kıpçak Hanı ve Rus Meliklerinin bağlılığını sağlayarak, topladığı ganimetin bir bölümü zarar gören tüccarlar arasında paylaştırmış, hediyelerin en değerlisini I. Keykubad’a gönderdikten sonra kente cami inşa ettirip, kadı ve müezzinler atamıştır.[24] Konya sultanı ile Trabzon kralı arasındaki hâkimiyet kavgasında[25] büyük avantaj sağlayan Selçuklular, Kuzey Anadolu sahilinin en güvenli şehri olan Sinop’un yanı sıra karşı sahildeki Suğdak’ı da ele geçirerek, kara ticareti kontrolünü deniz gücü ile birleştirme yoluna giderek hem tacirlere güven vermiş hem de servete boğulmuşlardır. Bu dönemde ayrıca Venedik, Ceneviz, Pisa, Kıbrıs Latin Krallığı gibi batılı denizci devletleri Selçuklu limanlarına çekmek amacıyla bunlara bir çeşit kapitülasyon olan ahidnameler verilmiştir.
Selçuklular, fırtına nedeniyle Sinop limanına sığınmak zorunda kalan, Aleksios Paktiares yönetimindeki vergi taşıyan “Serion” adlı Trabzon gemisi ve yüküne el koyup, mürettebatını da esir edince Trabzon imparatoru I. Andronikos donanmasını Sinop’a göndererek sur bölgesine kadar olan bölgeyi yağmalatmış, esir mürettebatını kurtarmış, pek çok tutsak alıp, bunlar karşılığında parasını da geri almıştır. Selçuklular, intikam olarak Trabzon’u kuşatmışlarsa başarısız olmuş[26] hatta Melik Gıyaseddin Keyhüsrev Maçkalı köylüler tarafından esir edilmişse de imparator tarafından serbest bırakılmıştır.
Moğollar’ın 1243 Kösedağ savaşında Selçuklular’ı yenip, haraca bağlamasının ardından Trabzon Komnenosları, 1256’dan itibaren Moğolların batıdaki varisi olan İlhanlılar’la da iyi ilişkiler geliştirmiş, İlhanlı başkenti olan Tebriz ile Erzurum üzerinden yapılan ticaretin Trabzon limanı üzerinden denize açılmasıyla iyice zenginleşmişlerdir. Bu sırada iyice güçten düşen Selçuklu ülkesinde IV. Kılıç Arslan döneminde Vezir Muineddin Pervane devleti tek başına yönetecek derecede güç kazanmıştır. 1250’lerde Sinop, Rükn el-Din adlı vali tarafından yönetilmekte ve sikke basmaktadır. Rakibinin çaptan düşmesinden faydalanan Trabzon imparatoru 1259 yılında Sinop’u tekrar ele geçirmiş ve Gavras ailesinden birisini kente vali olarak atamıştır. Buna karşılık 1264 yılında İlhanlı tahtına çıkan Abaka Han’ı kutlamak için Tebriz’e giden Pervane Muineddin Süleyman yeni hükümdardan Sinop’u ele geçirmek için izin almış, Tokat, Amasya, Samsun vilayetlerinden topladıgı askerlerle Sinop üzerine yürümüştür. Karadan kuşatılan kent denizden Trabzon’dan yardım aldığı için direnmeyi başarmış ve kuşatma bir yıl kadar sürmüştür. Bunun üzerine mancınıklar yerleştirilen ve 1.000 kadar asker taşıyan gemiler denizden limanı abluka altına almış, Tacettin Kılıç adlı emir gemisi batmasına karşın askerleriyle karaya çıkarak kente girerek vali Gavras’ı öldürünce halk direnmenin yararsızlığını görerek 1266 yılında teslim olmuştur.[27]
Muineddin Pervane, oğlu Muineddin Mehmet’i Sinop’a yönetici olarak atamış, kiliseler tekrar camiye dönüştürülmüştür. Pervane’nin IV. Kılıç Arslan’ı öldürterek yerine III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i geçirtmesi, İlhanlılar’ın Memlûklar’a yenilmesi, 1276 halk ayaklanmaları, Karamanoğullarının Konya üzerine yürümesi, Trabzon Ordusu’nun tekrar Sinop üzerine yürümesi ile oluşan kargaşa ortamında İlhanlılar ile Memlûklar arasında ikili oynayan Muineddin Pervane idam edilmiştir. Pervane’nin İlhanlılar ile iyi geçinen oğlu Sinop’taki yerini korumuş hatta 1277’de bağımsızlığını ilan ederek Pervaneoğulları Beyliği’ni kurmuştur. 14. yüzyılda Arap tarihçi El Umari[28] ve bir kaç yıl sonra kente gelen İbn Batuta doğudan bir kapıdan girilen Sinop’u güzel ve kalabalık bir şehir olarak tanımlamıştır. Batuta, Boztepe dağı eteklerindeki İslamların egemenliğinde yaşayan 11 köyün Hristiyan olduğunu, burada bulunan ve Hızır ve İlyas (St. Elias) peygamberlere ait olduğu söylenen bir tapınak ve yanında dua edenlerin isteklerine ulaşabileceklerine inanılan bir çeşme bulunmaktadır[29]. Dağ eteğinin başka bir bölümünde ise sahabelerden Veli Seyyit Bilal’ın türbeleri bulunmaktadır. Batuta, yöre halkının Hanefi mezhebinden olup, Şiileri hiç sevmediğini, namaz kılarken ellerini iki yana salarak namaz kıldıkları için kendilerinin Şii olduklarının sanılarak sorguya çekildiklerini ve tavşan eti ikram edilerek denendiklerini yazmıştır.
Muineddin Mehmet, Sinop halkına geçmiş ve gelecek yılların vergilerini isteyecek derecede baskı yapmışsa da 1288 yılında İlhanlılar Sivas, Samsun, Tokat, Kastamonu ve Sinop yörelerine Mücireddin Emirşah adlı bir yöneticiyi atamıştır. 1291 yılında Muineddin yönetimi tekrar ele geçirmeyi başarmışsa da 1297’de ölünce yerine yeğeni Mühezzibeddin Mesud geçmiş, ülkesinin sınırlarını bir süre için Samsun’a dek genişletmeyi başarmışsa da geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Cenevizliler 1298’de Mesut Bey’i Kefe’ye kaçırarak yüklü bir tazminat karşılığında serbest bırakmışlardır. 1300’de yerine geçen Gazi Çelebi, Trabzon İmparatorluğu ile birlikte Cenevizliler’e karşı birlikte hareket ederek Kefe’ye sefer düzenlemiştir. 1314 ve 1316’da Cenevizliler Aleksios’u Trabzon’da bir koloni kurmak için anlaşmaya zorlayınca Trabzon ile Sinop’un arası açılmış hatta Gazi Çelebi 1319’da Trabzon üzerine başarısız bir sefer de düzenlemiştir. Sinop ile Pisa kenti arasında ticarete ilişkin en eski belge 1277 tarihli olup, Cenevizlilerle olandan 3 yıl daha eskidir. Gazi Çelebi’nin mirasçısı olmadığından ölümünden sonra Sinop, Kastamonu merkezli Candaroğullarının egemenliğine girmiş, Candaroğlu I. Süleyman’ın oğlu Gıyaseddin İbrahim bey Sinop yöneticiliğine atanmıştır. İhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır’ın ardında bir varis bırakamadan ölümü üzerine Candaroğulları bağımsızlıklarını ilan etmişler ve adlarına sikke bastırmışlardır.
Candaroğlu Süleyman Paşa’nın 1322’de ele geçirdiği Sinop’a oğlu Gıyaseddin İbrahim Bey’i yönetici olarak atamış, 1339’da babasını deviren İbrahim Bey döneminde Akdeniz’de büyük bir deniz gücü olarak ortaya çıkan Venedik ve Ceneviz devletlerinin donanmaları Sinop limanını ele geçirmek için kente saldırmışsa da İbrahim Bey 12 savaş gemisinden oluşan donanması ile İtalyan gemilerini yenilgiye uğratmış, Kefe’ye kaçan Cenevizliler gücünü takviye ederek geri dönmüşlerse de sonuç alamamışlardır. Bununla birlikte taraflar ticaret yapma konusunda uzlaşınca 14. yüzyıl ortalarında Sinop’a birer Venedik ve Ceneviz kolonisi yerleşerek[30], Kefe[31], Trabzon ve Sinop ile Akdeniz kentleri arasında İtalyan gemileri mekik dokumaya başlamıştır
İbrahim Bey’den sonra sırasıyla Adil Bey (1341-1361), Celaleddin Bey (1361-1385) tahta geçmişlerdir. Celaleddin Bey’in tahta varis gösterdiği oğlu İskender Bey’i öldüren kardeşi Süleyman Bey Osmanlılar’a sığınıp, Osmanlı sultanı I. Murad’ın yardımıyla Kastamonu’yu ele geçirince beylik Kastamonu ve Sinop olmak üzere 2 parçaya ayrılmıştır. 1385’te Beyazıd Bey’in ölümünün ardından Süleyman Bey Sinop’u da ele geçirince Osmanlılar’ın Anadolu Beyliklerini egemenlikleri altına alma düşüncesi yüzünden çatışma kaçınılmaz olmuştur. Yıldırım Beyazıd Süleyman Paşa’yı öldürerek Kastamonu’yu Osmanlı topraklarına katmasına karşın, Süleyman’ın Sinop’ta hüküm süren kardeşi İsfendiyar Bey’in üzerine yürümemiştir. İsfendiyar Bey, Yıldırım Bayezid’e bir mektup göndererek babasının ve kardeşinin hatasından sorumlu tutulmaması gerektiğini ve Osmanlı hâkimiyetini tanıdığını bildirince Yıldırım tarafından affedilmiş, yapılan antlaşma ile “Kıvrım Bel” iki devletin ortak sınırı kabul edilmiştir[32]. Bununla birlike Yıldırım Beyazıd Çorumlu Ovası’nda Kadı Burhanettin Ahmet’e yenilince İsfendiyar Bey Burhanettin’in himayesine girmek istemiş, Yıldırım Sinop üzerine yürüyerek İsfendiyar Bey’in topraklarının bir kısmını ele geçirmiştir. Timuriyan imparatoru Timur[33], 1399’da 7 yıl süren Anadolu Seferi sırasında, 1402 Ankara Savaşı’nda Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezıt’ı yenince eski Candaroğlu topraklarını İsfendiyar Bey’e geri vermiştir. 31 Mart 1404’de kente gelen Clavijo, İsfendiyar Bey’in 40 bin adamıyla 3 gün uzaklıktaki Kastamonu’da bulunduğunu, Timur’a vergi verdiği için Osmanlılarla savaş halinde olduğunu bildirmiştir.[34] İsfendiyar Bey, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgalarında[35] başlangıçta ihtiyatlı ve dengeli bir politika izlemişse de sonradan taraf olarak, Osmanlı şehzadesi Musa Çelebi’nin Sinop üzerinden Rumeli’ye geçmesine yardım etmiştir. Bununla birlikte yardımında ölçülü davranmış sonradan tahtı ele geçirecek diğer şehzade I. Mehmet Çelebi ile arasının açılmamasına dikkat etmiştir.
İsfendiyar Bey, 1418’de Bafra ile Müslüman Samsun’u ele geçirip oğlu Hızır’ı buraya yönetici olarak atayınca diğer oğlu Kasım Bey Osmanlılar’a sığınarak yardım istemiş, Eflak seferinden sonra Mehmet Çelebi aracılığıyla babasından Kastamonu, Bakır Küresi, Çankırı, Kalecik, Tosya’yı istemiştir. Oğluna kızan İsfendiyar Bey, Çankırı, Kalecik, Tosya’yı Osmanlılar’a verdiğini bildirince Mehmet Çelebi de Çankırı’yı Kasım Bey’e vermiştir. Oğlunun üzerine yürüyüp Çankırı’yı ele geçiren İsfendiyar Bey, Osmanlılar’a kaptırdığı diğer toprakları da elde etmek isteyince II. Murat karşısında tutunamamış, 1424’de Bakır Küresi’nden elde ettiği geliri Osmanlılarla paylaşacağını kabul eden bir antlaşma imzalamak zorunda kalmıştır.
1440’da İsfendiyar Bey’in yerine Tacettin İbrahim Bey, 1444’de ise Kemaleddin İsmail Bey geçmiştir. İsmail Bey’in kardeşi Kızıl Ahmed kendisine karşı ayaklandıysa da başarılı olamayınca Osmanlı’ya sığınmıştır. II. Murat’ın başarısızlıkla sonuçlanan Trabzon seferinde Osmanlı donanması Sinop’a uğramış, hasarlı gemilerin bazıları buradaki tersanelerde onarılmıştır. II. Mehmed, 23 Mart 1461’de Edirne’den ayrılarak, sözde avlanmak için Akyazı’ya gitmiş oradan Bolu’ya geçerken seferin kendisi için yapıldığını anlayan İsfendiyaroğlu İsmail Bey Kastamonu’dan daha güvenli olduğunu düşündüğü[36] Sinop’a çekilerek ülkesini savunmaya hazırlanmıştır. Amasra’yı savaşmadan elde eden II. Mehmed’in İsfendiyar’ın üzerine gitmeden Bursa’ya geri dönmesi savaşmaya hazır Sinop Beyini sonradan gafil avlamak veya Amasra’yı avlanma bahanesiyle çıktığı yolculuğun mazeretine atfen ordusunun önemli bölümünü geride bıraktığı ihtimalleri akla gelmektedir. Fatih, İsmail Bey’e bir haber göndererek Trabzon üzerine bir sefer düzenleyeceğini Sinop’a göndereceği donanmanın ihtiyaçlarını bedeli mukabilinde temin etmesini, masrafların da İsfendiyaroğullarının bakır madenlerinden Osmanlıar’a verdiği paydan karşılanmasını istemiştir.[37] Bursa’dan orduyla yola çıkan II. Mehmed Ankara’dan İsmail Bey’e Sinop’u kendisine terkini istemiş, Sadrazam Mahmut Paşa ile görüşen İsmail, Beylik topraklarını terkederken kendisine önce Yenişehir, İnegöl ve Yarhisar kazalarını verilmişse de sonradan Anadolu’dan dışarı çıkarılmış, Filibe’nin dirliği kendisine bağışlanmıştır. Böylece Sinop ve çevresi de Osmanlı topraklarına katılırken, Trabzon seferine katılan İsmail’in kardeşi Kızıl Ahmed’de sefer dönüşünde Mora Sancakbeyliği’ne atanarak[38] bölgeden uzaklaştırılmıştır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Sinop Tarihi Makale Serim
Sinop Kenti ve Civarındaki Arkeolojik Kazı ve Bulgular
Karousa, Gerze Tarihi ve Ayandon (Sinop)
İstefan, Ayancık Tarihi (Sinop)
Notlar
[1]Flavius Theodosius (347-395)
[2] Athen., Deipn. III.118c, 7.307b
[3] Pliny, Historia Naturalis IX.18; Diod. Sicilus 37.3.5
[4] Strabo II.1.15, XII.3.12
[5] Monachov, 1993: 107-132
[6] Pliny, Historia Naturalis 35.15; Strabon XII.10.
[7] Detaylı bilgi için Bkz. Sinop Tersanesi
[8] Ps.- Epiphanius, Patrologiae cursus completus, Series graeca, ed. J.P. Migne, CXX, col. 220B
[9] Sözlü geleneğe göre kentin ilk piskoposu da Phokas olup, şehit edildikten sonra aziz mertebesine yükseltilmiştir.
[10] Oikonomides, 1952: 184-219. Bu panayır 1080’lerde kent Türklerin eline geçene dek devam etmiştir.
[11] Evliya Çelebi, 2008: 88
[12] Continuatus, 1838: 111-12
[13] Anna Komnena bu elçiyi “Siaous” olarak kaydetmiş, Bilge Umar’da “Siyavuş” olarak çevirmiştir oysa ki doğru form Siyavuş değil Çavuş da olabilir.
[14] Anna Komnena, 1996: 193-200
[15] Fransızca Étienne Henri
[16] İbn Bibi’ye göre İzzeddin Keykavus, Antalya limanı vasıtasıyla Anadolu ile Akdeniz ticaretini sağlama alırken, Karadeniz deniz ticaretinin de emniyetini sağlamak zorunda olup, yalnızca Anadolu’nun ithalat ve ihracatının değil, uluslararası kervan yolları ve ticaretin gelişmesi için Samsun ve Sinop limanlarını hâkimiyetine almaya çalışmalıydı (İbn Bibi, 1996: (I), 315-320, 373-374). Köprülü (1931: 206-207) ve Uzunçarşılı (1988b: 120) Sinop ve Antalya gibi stratejik liman kentlerinin ticaret yolunun güvenliğinin sağlamasının yanı sıra deniz aşırı fetihler için olarak önce subaşı (ilbay) sonradan “emirü’s sevâhil”, “melikü’l sevâhil” veya “reisü’l bahr” adı verilen askeri valiler tarafından deniz üssü oalrak kullanıldığını bildirmiştir.
[17] David’in kaderi bilinmemektedir.
[18] İbn Bibi, 1956: 95-101
[19] Heisenberg, 1922: 70-71; İbn-i Bibi, el- Evamirü’l Alaigye fi’l- umuri’l- Alaiyye, s.56-57; Bryer ve Winfield, 1985:71-72, 88
[20] Canik’e ilk atıf Danişmendname’de yapılmakta olup, Schiltberger yöreyi “Genyk”, “Zegnick” ve “Zyenick” formlarında adlandırmıştır. Dolayısıyla “Canik” adı Samsun ve civarına Osmanlılardan önce konulmuş bir isim olup, kanımca Tzan halkı “Can” ile “-ik” Ermenice küçültme son ekinin birleşiminden oluşmaktadır. Selçuklular döneminde “Canit” Trabzon devleti topraklarını tanımlamaktaydı (Turan, 1994: 37-39)
[21] Sultan ile Aleksios, 1 Kasım 1214 günü Sinop’ta birlikte at binmişlerdir. Selçuklular, Aleksios’u “imparator” olarak değil Tekfur (Hristiyan Bey) olarak tanımlamıştır.
[22] Trabzonlular, 1280 yılında Sinop’u ele geçirebilmek için başarısız bir girişimde daha bulunacaklardır (Nystazopoulou, 1964: 241-49).
[23] İbn Bibi’nin (1956: 310-11) “Sudaklılar, denizin üzerinde gemi ve yelkenlerden tepeler meydana geldiğini gördüler” sözlerinden Kırım’a büyük bir donanmanın gönderildiğini anlıyoruz. Sinop’un ele geçirilmesinden sadece 12 yıl sonra bu derece büyük bir donanmanın inşa edilmesi ve denizci yetiştirilmesi mümkün görünmediğinden, kentteki Rum denizcilerin ve gemilerin kullanıldığını sanıyorum ki 4 yıl sonraki kayıtlarda Sinop’taki Selçuklu donanma komutanının Reis Hayton adlı üstelik Hristiyan adı taşıyan bir Rum olduğu görülmektedir.
[24] Selçukluların Sudak hâkimiyeti en çok Moğolların bölgeye tekrar geldiği 1239’a dek sürmüş olmalıdır.
[25] Yakubovski, 1954: 212.
[26] İbnü’l-Esir, el-Kamil, XII: 479
[27] İbn Bibi, 1956: 643
[28] Hihabeddin Ebu-Abbas Ahmed ben Fadhl el-Umari (1300 – 1384)
[29] İbn Battuta II, 465-8
[30] 1351 tarihli bir Laurentiana haritası üzerinde Sinop’un üzerinde bir Ceneviz bayrağı bulunmakta olup, 1351 yılından itibaren en az 1449’a dek bir Ceneviz konsülü kentte sürekli ikamet etmiştir. Ayrıca Venediklilerin de kentte 2 danışman ve 12 üyeli meclise 1 konsolosun başkanlık ettiği bir ticaret kolonisi bulunmaktaydı (Heyd, 1975: 616)
[31] Kırım yarımadasının güneydoğu kıyısında yeralan Kefe (Kaffa) liman kentinin adı Ruslar tarafından değiştirilerek Feodosiya olmuştur. Venedikliler burasını Altın Ordu Hanlığından satın alarak, Akdeniz’e Çin’e (İpek Yolu) ve Hindistan’a (Baharat Yolu) bağlayan büyük kervan yollarının batı ucunda önemli bir liman elde ederek büyük servet kazanmışlardır.
[32] Birinci & Güzel, 2002: 280
[33] Timur bin Taraghay Barlas veya kısaca Çağatay dilinde temor (demir) kökünden gelen Timur. Topal Timur anlamına gelen Timur Leng, Aksak Temur ve Cengiz Han ailesiyle evlilik yoluyla akraba olduktan sonra Timur Gurkani (damat) adlarıyla da tanınmıştır.
[34] Clavijo, 1859: 58-59
[35] 1402’de Ankara Savaşında Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid, Timur’a esir düşünce Yıldırım Bayezid’in oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet’in taht kavgası yaptığı Fetret Devri adlı bir dönem yaşanmıştır.
[36] Sinop’ta İsmail Bey’e bağlı 400 top ve 12 bin askerin yanı sıra Osmanlı ayarında olmasa da güçlü bir donanması bulunmaktaydı (Tansel, 1953: 253)
[37] Uzunçarşılı, 1982: II, 49
[38] Ahmed, Mora’ya gitmemiş önce Karamanoğulları sonra Uzun Hasan’a sığınmış, II. Mehmed’in ölümünden sonra II. Bayezid tarafından affedilince İstanbul’a dönmüştür.